Biopunk, biyoloji ve punk sözcüklerinin birleşiminden oluşan cyberpunk gibi bir bilim-kurgu alt türüdür.
Edebiyattaki ve sinemadaki örnekleri bazen farklı türlerle iç içe geçebiliyor fakat genellikle Cyberpunk kategorisinde kabul ediliyor. Cyberpunk’la birçok benzerliği bulunurken daha çok biyoteknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin sebep olduğu değişimlere odaklanıyor. Cyberpunk’taki gibi siber-uzay ve informasyon teknolojileriyle doğrudan bir ilişkisi yok. İmplantlarıyla ortalıkta gezinen cyborg’lar yerine genetiği değiştirilmiş, mutasyona uğramış insanlar söz konusu. Cyberpunk’ı daha çok bilgisayarların ve metallerin dünyası olarak kabul edersek, Biopunk’ı pis kokulu ve değişime uğramış dokuların dünyası olarak kabul edebiliriz. Yine de ufak tefek benzerliklerle bu alt-türler daha çok yakınlaşabiliyor.
Örneğin; The Gene Generation (2007)’da Cyberpunk’taki hackerlık mevzusu DNA hackerlığı gibi bir dönüşüme uğruyor.
Biopunk’taki biyoteknolojik gelişmelerle elde edilen şeyler bilim insanlarının kendi kafalarına göre değil, mega-şirketlerin ve baskıcı devletlerin istekleri doğrultusunda kullanılıyor. Filmlerin konu ettiği gelişen teknolojinin de oldukça karanlık bir yapısı var. Anlaşıldığı üzere bu karanlık yapı biyoteknolojinin kötü amaçlarla kullanılmasından dolayı meydana geliyor, icat edilen teknoloji yarar sağlamak yerine dünyanın alışılagelmiş yapısını alt-üst ediyor. Düzen öyle çarpıklaşıyorki çoğu Biopunk anlatısında baskıcı unsur her ne ise ona karşı gruplaşmalar başlıyor. Fakat bütün filmlerde farklı teknolojik gelişmeler ele alındığından ortaya çıkan sonuçlar farklı olabiliyor.
Biopunk’ın yarattığı çarpık dünyalarda günlük yaşamın tekinsiz halleri, insanları da bu dünyayla birlikte değişmeye itiyor.
Biyoteknoloji’nin aşırı gelişmesi yüzünden, bu durumla nasıl başa çıkacağını bilmeyen insanlar teknolojinin nimetlerini kullanarak bedenlerindeki eksikliklerini kapatma çabasına girişiyorlar. Estetik ameliyatlar oluyor, bedenlerini tamamen değiştiriyorlar veya üstün-insana dönüşüyorlar. Etraflarındaki her şey değişirken bu değişiklikleri çeşitli nedenlerle yapamayan, yapmaya uğraşan insanlarda bir eksiklik hissi oluşuyor. Böylece bu eksiklik halini gidermek, bütün olma çabalarını tatmin etmek onlar için zorunlu oluyor. Bunu bir yaşam biçimi haline getirip kendilerini o şekilde rahatlatabiliyorlar. Bu bütün olma hali, hikâyelerin yarattığı dünya biçimine göre değişiyor. Bazı hikâyelerde (Resident Evil, Universal Soldier) üstün-insana dönüştürülmüş kişiler, etrafındakileri koruyarak bir “kurtarıcı” ya da “koruyucu” rolüne soyunuyor ve arzu edilen, imrenilen kişiler haline geliyorlar.
Biyoteknolojik gelişme düzeyleri, gizleniyorsa veya tam tersi her şey halkın gözü önünde gerçekleşiyorsa veya bu durum normalleştiriliyorsa, mega-şirketlerin ve devletlerin desteklediği propagandalar ve medya manipülasyonu yüzünden kimse bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında bile olmuyor.
Repo! The Genetic Opera(2008) örneğinde, bulaşıcı bir hastalık sebebiyle insanlar çoklu organ yetmezliği tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. GENECO adı verilen mega-şirket insanlara daha sonra parasını ödemeleri karşılığı biyoteknolojiyle üretilmiş organ temin ediyor. Yani GENECO organ yetmezliği çeken koca bir toplumun ihtiyacı olan şeyi üretime geçirmiş ve kendi mülkiyetine almış oluyor. Böylece daha önce bahsettiğimiz “bütün olamama hali” bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Çünkü insanların hayatta kalmak için GENECO’nun sağladığı organlara ihtiyacı var.
Antiviral (2012)’de ise aynı bütün olamama hali farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Bu ihtiyaç, medya ve şirketler tarafından idol haline getirilen ünlülerin ‘tüketilmesiyle’ karşılanıyor. İdolleştirilmiş kişiye sahip olmak bütün bir nüfusa yetmeyeceği için idolün hücrelerinden üretilmiş her şey toplumun tüketimine sunuluyor. Şirketler, idollerin vücut hücrelerinden temin edilen virüslerin, hastalıkların patentini alma yarışına girişiyor. İnsanların da bu idollerle temas etmelerinin tek yolu, idollerin vücutlarının dolaşımına girmiş hücrelere sahip olmak, onların geçirdikleri hastalıkları geçirmek. Hatta bu idollerin kas hücrelerinden üretilen besin maddelerini tüketmek. Zaten durumu iyice çarpıklaştıran da bu, insanların bu tip şeylere tapınmalarını sağlayan bir döngüye itilmiş olmaları.
Popüler olana talebin inanılmaz boyutlara varması, büyük şirketlerin reklam ve propaganda yoluyla toplumun düşünce biçimini değiştirmesiyle algı yönetiminin tehlikeli boyutlara vardığını görüyoruz. Antiviral’deki bu çılgınlık, Repo!’daki hikâyeden farklı olarak bir zorunluluktan kaynaklanmıyor. Antiviral, toplumun bu hale gelmesindeki dönüm noktasının ucunu açık bırakıyor.
Resident Evil’da ise olay daha çok Umbrella şirketinin biyoteknolojik silah geliştirmeye çalışmasıyla ortaya çıkan felaketler zinciri olarak karşımıza çıkıyor. Umbrella’ya karşı gelebilen tek kişinin şirket tarafından T-virus deneylerine maruz kalan ve üstün-insana dönüşen Alice olması serinin genel anlatısının temelini oluşturuyor. Zombilerin ortaya çıkışı Umbrella şirketinin politikaları olduğu için zombileri Umbrella şirketinin bir yansıması olarak düşünebiliriz. Bu sebeple Alice’in savaşı sadece zombilere karşı değil, Umbrella’nın biyoteknolojiyi kendi amaçları doğrultusunda kullanmasına karşı da gerçekleşiyor. Diğer filmlerden farklı olarak durumu idolleştirmek yerine karşı bir savaşımın olduğunu görüyoruz.
Universal Soldiers serisinde ise biyoteknoloji militarist amaçlarla kullanılıyor. Ölen askerlerin yeniden yaşama döndürülerek askeriyenin kendi istekleri doğrultusunda kullanılmaları konu ediliyor. Resident Evil serisinde Umbrella’nın Alice’e hükmedemeyişi, Universal Soldiers serisinde askeriyenin dirilttiği üstün askerlere hükmedemeyişiyle benzerlik gösteriyor.
Biopunk’ın sorduğu soruları kısaca özetlemek istersek
Eskisi gibi olamayacağınızı, tamamen değişeceğinizi bildiğiniz halde genetik olarak daha kusursuz olmak ister miydiniz? Ya da görünüşünüzü tamamen değiştirecek her şeye açık olabilir miydiniz? Vücudunuza bile bile virüs enjekte etmeyi göze alır mıydınız? İşte Biopunk’ın yarattığı yozlaşmış dünyalarda bazen bu soruları cevaplamak için, o eksiklik halinden kurtulmak için bir saniye bile düşünmezken, bazen de düzene karşı savaşan “kurtarıcı” bir kahramana dönüşebiliyorsunuz.
Yorum Yaz